Ana içeriğe atla

#17 Deniz Feneri / Part 2

Üzerindeki şoku atan Yukio, şifacı kadın ve yaşlı fener bekçisi ile birlikte şöminenin aydınlattığı odada sohbete devam ediyorlardı. Aslında sadece Yukio konuşuyor, diğerleri onu dinliyorlardı. Denizden çıkarıldıktan sonra yeniden doğmuş gibi hisseden insan, beden fonksiyonlarını yeniden keşfediyor gibiydi. Bulunduğu yeni sayılabilecek bu yeri idrak etmek bir yana dursun geçmişinin anılarını hatırlamak ona bu yeni yer hakkında fikir verebilecekti. O böyle umuyordu. 

‘’Ben doğduğum toprakları hatırlamıyorum.’‘ dedi. Yaşlı kadın sessiz bir tebessümle ona yanıt verdi. Bu içini ısıtmıştı. Zorlamaması gerektiğini biliyordu hafızasını. Eskiden böyle çalışıyordu zihni ama artık değil. Yukio sakince şöminede yanan ateşe baktı. Son hatırladığı anıları geldi hatırına hemen. Ogry, Ohario, Oktavius... Biri daha vardı içlerinde. Alevler içindeki şu çocuk... Adını anımsayamıyordu ama amacını biliyordu. 

‘‘O alevler içindeki genç oğlanı görüyorum. Enerjimi korumak için oluşturduğum cep evrene yerleştirdiğim parçamı. O oğlan benim alevimi taşıyordu. Onunla doğmuştu, onunla yaratılmıştı. O evren o varken vardı. Onu oradan çekip çıkardığımda evreninin illüzyonu da bozuldu. Aslında en büyük hatayı orada yaptım...’‘ 

Yukio yeniden göz yaşlarıyla doldu. Yaşlı kadının ve şifacının pozitif enerjilerinin varlığı onu sanki annesinin kucağında yaşamın ne olduğunu öğrenen genç Yukio’ymuş gibi hissettirdi. İçini ısıttı bu duygusu. Yeni yoğun empatik duyuları onu mutlu ediyordu. İlk kez acı yoktu empatisinde. İlk kez başkasının derdini içselleştirmiyordu. Bu sefer sevgiyi, şevkatide içselleştiriyordu. 

‘‘O oğlana yaşattığım şok onun kafayı yemesine neden oldu. Bilirsiniz. Hayatını, yaşama amacını sadece o cep evrenden ibaret olduğunu düşünen birini bildiği gerçeklikten çekip çıkarırsanız, ona hazırlık süreci vermezseniz onun delirmesine neden olursunuz... Ben çok geç kalmıştım. Ona anlatacak zaman bulamamıştım. Karanlık Ohario’yu kuzeni üzerinden ele geçirmeden önce, çok önce onu oradan çekip çıkarmam gerekirdi. Kendime biraz daha güvenmem gerekirdi. Ancak bunu yapmadım. Ben çok utanıyorum...’’ 

Göz yaşları bu sefer feryatlı bir iç çekişle geliyordu. İki elini yüzüne kapatan Yukio perişan görünüyordu. Yaşlı bekçi ve şifacı kadın bir anda onun yanı başında belirdiler. 



‘‘Utanç duyacak bir durum yok. Hikayeni öyle veya böyle bitirdin. Artık onu düşünmek zorunda değilsin. Unuttun mu? Sen yeniden doğdun.’‘ dedi şifacı kadın. Başından çıkan altın sarısı aurayı gördüğünde güneşin yeniden yüzüne doğduğunu hissetti. Bu his onun perişanlığını geçirmişti. 

‘‘Karanlık Oktavius’u kontrol ediyordu. Moria İmparatorluğu’nda yarattığı o yapay varlığı kontrol edebileceği düşüncesi o kadar kendinden emin bir düşünceydi ki, her şeyi kontrol edebileceğini sandığı bir sanrıya kaptırmıştı onu. Ohario ve babasına duyduğu nefret, kuzeni Hilary’e olan aşkını bile gölgede bırakacak derecede güçlenerek dengesiz bir histeriye dönüşmüştü. Saf negatif enerjiden oluşan bu kristalize varlık onun bu dengesizliğini yönetmeye başlamıştı. Onu paravan olarak kullanarak hükmetmeye başlamıştı. Ta ki onunla işi bitene kadar...’‘ 

‘‘Oktavius, Toratta diyarının portallarına ulaştığında varlık etkisindeydi. Varlık ona obsede olmuştu. Onun aracılığı ile içeri sızdı. Onun yüzünü kullanarak bir süre diyarımı öğrendi. Aslında beni arıyordu. Çünkü akıllı bir varlıktı. Ben bütün evren demektim. Beni ele geçirirse evreni yönetebileceğini zannediyordu. Ancak bir histeride onda vardı. Oktavius ile öyle çok zaman geçirmişti ki elde ettiği karanlık bilgeliğe rağmen onun kimliğinden kendini kurtaramamıştı. Oktavius’un zayıf noktaları onunda zayıf noktalarıydı...’’

Yukio derin bir nefes aldı. Yaşlı bekçi kadının elleri ellerindeydi. Sıcaklığını hissediyordu. Bu ona cesaret veriyordu. Cesaret ise anılarını geri getiriyordu. 

‘‘Bir insanı içselleştirmek zorlu bir süreçtir. Hele deneyimsiz bir varlık isen insanoğlunun duygusal karmaşasını içinde yaşamak her acemiyi kontrolsüz bir güç haline getirir. Doğa bu yüzden tekamülü doğurdu. Aşamalardan geçerek bedenlere, diyarlara ulaşma düzenini geliştirdi. Buna karşı bir tavır geliştirmek kendi sonunu getirir. Ancak sorun şuydu ki varlık neredeyse benim, Ogry’nin ve Ohario’nun dengi haline gelmişti. İşte bu noktadan sonra Toratta diyarına yayılmaya başladı. Diyarımı ele geçirdikçe bizi köşeye sıkıştırdı...

Sonrası zaten cep evrendeki varlığı oyuna sokmamla gelişti. Genç bu yeni gerçeklikte çıldırmış gibiydi. Kontrolsüzdü. Alevin yoğunluğu varlıkla baş edebiliyordu ama zihninin karmaşası tuzaktı. Onu dengeye sokabilmek için Ohario ve ben büyük çaba harcadım. Ancak varlık Oktavius’u salıverdiğinde Ohario’nun ilk zinciri düğümlendi...’’ 

‘‘... Oktavius’un bitik durumu korku ve şok ile birlikte geldi. Akrabasını içselleştiren Ohario onun şokuna ortak oldu. Bense tek başıma enerjimi dengeye sokmaya çalışıyordum. Ogry tek başına savaşıyordu ama  tek başına ne kadar mücadele edebilirsin ki? O oğlanı yeniden kendimle birleştirmeye başladığımda az kalsın ölüyordum. Bunu hisseden Ogry beni şifalandırmak için savaşmayı bıraktı. Sonrası bildiğiniz gibi... ‘’ 

‘‘Evrenden çıkıp sınıra vardık. Kendimi derin denizlerde buldum. Attığınız ağı hissetmedim bile, son duyduğum Ogry’nin sesiydi sadece. Ölüyorum sandım, ancak ölmek bir yana dursun yeniden doğdum.’’ 

Isındığını hissediyordu Yukio. Bildiği bilge yanını yeniden uyandırıyordu bu fener evinde. Şifacının ve yaşlı bekçinin desteği onu iyileştiriyordu. Kendini yeniden keşfetmesini sağlıyorlardı. 

Derin bir nefes aldı. Gözleri yine alevlerdeydi. Yavaşça verirken şömineden odaya yayılan alevin altın sarısı rengine karışır gibi oldu. Bu his kalbinden yayılıyordu. Tüm bedenini ve ardından bulunduğu odayı kapladı. Yaşlı kadın ve şifacı bunu anında hissettiler. Bu Yukio’nun teşekkür etme biçimiydi... 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

#1 Meşe'nin Gölgesinde

'Her nefes yeni bir başlangıçtır.'   Her zaman yaptığı gibi nehrin kenarındaki meşe ağacının gölgesinde oturmuş ve gözlerini kapatmıştı. Küçüklüğünden beri oynadığı nefesini takip etme oyununu oynuyordu. Her nefes alışı ve verişi çevresindeki seslerin derinliğini arttırıyordu adeta. Akan suyun sesi sanki her nefesinde şarkı söylüyordu.  Sırtını yasladığı ağacın gövdesinde bir sıcaklık hissetti Aia. Bu his onu ürtpertmek yerine mutlu etmişti. Ağaç onunla bağlantıya geçiyordu. Sonunda hayalini kurduğu şey gerçekleşmek üzereydi. Bir yandan nefesine odaklanırken diğer yandan ısının yoğunlaştığı bölgeyi tespit etmeye çalışıyordu. Isı ağır hareket ediyor ve gideceği yeri hesaplamaya çalışıyordu sanki. Kalbinin arka noktasına, sırtının sol kısmına yoğunlaştı ısı. Bu farklı bir deneyim oluyordu ona. Odağını kalbine yönlendirdi Aia. Artık nefes alış verişi stabilleşmişti. Aklındaki tek şey kalp atışlarıydı. Bir davul misali onu derinleştirdikçe derinleştiriyordu. Kuşların ins

#2 Zihin Denizi

'Aradığım sadece biraz ilgiydi.' demişti arkadaşlarına veda ederken Umber. Artık hiçbir şeyin gerçek anlamda umurunda olmamasından korkuyordu. Nitekim bu gerçekleşmek üzereydi. Yıllarca hep umursuz, vurdumduymaz bir imaj yansıtmıştı çevresine. Fakat içinde hep bir karmaşa ve hep bir umursayan, acı çeken yan vardı. Olmak istediği şeyi dış görünüşüne yansıtmayı başarmıştı fakat iç dünyasına yapacak cesareti yoku. Kendisini kaybetmekten, başka bir şeye dönüşmekten öyle korkuyordu ki sonunda o eşiğe geldiğini fark etmemişti bile. Evinin merdivenlerine tırmanırken aklında arkadaşlarına ettiği veda vardı. Şakanın dozunu fazla kaçırmışlardı. Alay etmekten zevk alır bir hale geldiklerinde içindeki alttan alan yanı bir kenara fırlatıp hepsine içindeki karmaşayı tattırmıştı. Fakat beklediği anlayıştan ziyade ön yargı duvarından seken yalnızlığı alabilmişti sadece. Uzun uzun yürümüştü yanlarından ayrıldığında. Kulağına taktığı kulaklıktan çalan The Monster isimli şarkı sanki ona bir şe