Ana içeriğe atla

#4 Durmuş Olsaydık

'Hücrelerimiz üremeyi durdurmuş olsaydı ne olurdu acaba?' diye sordu Ece. Sınıftaki gözleri bir anda üzerinde toplamıştı. Bu kadar ilgiyi tahmin etmiyordu. Aslında ilgiyi oldum olası sevmezdi.

'Yavaş yavaş ölürdük Ece.' diye cevapladı öğretmeni. 'Sonuç olarak üredikleri kadar ölüyorlar da gün içerisinde. Ölüm oranı yüksek, doğum oranı düşük bir hücre aktivasyonu bizim sonumuz olurdu.'

Ece derin bir nefes aldı. 'Ben insanlığı hücrelere benzetiyorum hocam. Sürekli üreyip duruyoruz ve aynı oranda da ölüyoruz. Kendi halimizde bir şeyler ile uğraşıyoruz ama bütüne baktığımız zaman aynı çarkı döndürüyoruz. Fakat bir sorun var.' dedi.

Ona heyecan ile bakan öğretmeninin gözleri parlıyordu. Sınıfta ilk kez kendi fikrini böyle rahat bir şekilde ifade edebilen bir öğrencisinin olması onu fazlasıyla sevindirmişti.

'Nedir sorun?' diye cevapladı öğrencisini. Ece üzgün bir ifade takınarak soruya döndü.

'Sorun bizim aslında durmuş olmamız. Sadece ürüyoruz. Fakat hücrelere baktığımızda onlar içlerinde proteinler barındırırlar, bedenin işlemesi için önemlidir bunlar. Fakat biz, biz boşuz. İçimiz boş bizim. Sadece ürüyoruz. Aynı oranda da boş boş ölüyoruz. Sizce bedene, büyük bilince, dünyaya ne katkımız var ki?

Diktiğimiz binalar mı? Ben şuanda lise son sınıf öğrencisiyim. Üniversite sınavlarına hazırlanıyorum ve mimar olmak istiyorum. Ne yapacağım ben? Bir bina tasarlayıp onunla mı övüneceğim. Yaşlılığımda bu eserim olan binaların posterlerine bakıp kendimi mi tatmin edeceğim? Bunun dünyaya ne gibi bir katkısı var? Bu dünyayı nasıl ileriye taşıyacak hocam?' dedi.

Sesi farkında olmadan yüksek çıkmıştı. Şaşkına dönen öğretmeni derin bir nefes aldı.

'Endişeni anlıyorum. Haklı bir isyandı senin ki kızım. Fakat olaya bir de şu açıdan bak. Tasarlayacağın binaların ifade ettiği fikir olabilir yada işlevselliği ile insanlığa katkısı olabilir. Heykeltraşları bir düşün Ece. Onlar her zaman bir fikri insanlara vermeye çalışırlar. Yaptıkları eserlerde bir fikir vardır onların.

Protein taşıyamayan bir hücre benzetmesi yapmıştın. Sen protein ol. Bedene katkın olsun. Böylece protein nasıl üretiliyormuş insanlara göster. Onlara ilham ver Ece. Sen ancak bu şekilde insanlara katkı verebilirsin. Bu şekilde yol almalarını, dünyanın ilerleyişini sağlayabilirsin. ' dedi.

Öğretmenin bu bilgece sözleri onu motive etmişti. Tatlı bir ifade takınarak gülümsedi öğretmenine Ece.

'Sanırım dış dünyada olan biten bu sıradanlığı öyle çok düşünüyorum ki kendi içimdeki sıradanlaşmayı göremiyorum. Tek yaptığım dünyanın bu halini düşünüp, kendime negatif bir bakış açısı yaratmaktı. Bunun şuanda farkına varıyorum. Siz haklısınız hocam. Hücre proteini taşımayı kendi öğrenmeli... Sanırım ben az önce sizden aldığım ilham ile bunu öğrendim.

Bundan sonra bir şeylerden rahatsız olduğumda onu ifade edecek bir şeyler üreteceğim. Bu ders için teşekkür ederim.' dedi.

Sınıf arkadaşlarının onun bu öz güven dolu çıkışına ve öğretmeni ile olan bu ilginç konuşmaya olan şaşkın bakışları istemsizce alkış kopmasına neden olmuştu. Alkış kopan sınıfta Ece ve öğretmeni birbirlerine bakarak gülüyorlardı. Ses kesildiğinde öğretmen sözü aldı.

'Dünyada bir eşik vardır çocuklar. İnsanlar bu eşikten geçtikleri zaman bir karar verirler. Kimisi bakış açısını daraltarak hayatını bir kısır döngüye teslim ederken, kimisi inatla genişlemeye devam eder. İşte bu ayrım eşiği nasıl bir hayat süreceğinizi belirler.

Bazılarınız dar bakış açılı yolu seçerek kendilerini arzular girdabında bulup, acı çekecekken; bazılarınızda geniş bakış açılı yolu seçerek hayatın olumsuzluklarına rağmen dimdik durmayı becerebileceksiniz.

Sizlere öğüdüm Ece'nin de dediği gibi, boş hücre olmayın, protein ile dolu bir hücre olun. Öyle dolu olun ki diğerleri sizden öğrensin nasıl dolabileceğini... '

Öğretmenin sözü bittiğinde dersi bitiren zilde çalmıştı. Sınıf hızla boşalırken Ece öğretmenine tekrardan teşekkür ederek sınıftan ayrıldı.

....

dipnot: İçimdeki umutsuzluğu ve bir türlü bitmek bilmeyen sıkıntıyı, endişelerimi anlayabilmek için bir öykü içinde derinleştirmeyi seçtim. Ece'nin endişeleri aslında benim kendi endişelerimde ve kendi kendime buna bir cevap aradım. Kendimi bir anda bir sınıf ortamında buluverdim. Buradaki öğretmen kimdi? Bilemiyorum. Belki rehberimdi, belki yüksek benliğimdi, belki de bendim. Fakat şurası kesinki her girdiğimiz labirentin bir çıkışı var. Ve her labirent bize bir şeyler öğretmeye çabalıyor. Sanırım proteinlerimiz de böyle doluşuyor bizlere.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

#2 Zihin Denizi

'Aradığım sadece biraz ilgiydi.' demişti arkadaşlarına veda ederken Umber. Artık hiçbir şeyin gerçek anlamda umurunda olmamasından korkuyordu. Nitekim bu gerçekleşmek üzereydi. Yıllarca hep umursuz, vurdumduymaz bir imaj yansıtmıştı çevresine. Fakat içinde hep bir karmaşa ve hep bir umursayan, acı çeken yan vardı. Olmak istediği şeyi dış görünüşüne yansıtmayı başarmıştı fakat iç dünyasına yapacak cesareti yoku. Kendisini kaybetmekten, başka bir şeye dönüşmekten öyle korkuyordu ki sonunda o eşiğe geldiğini fark etmemişti bile. Evinin merdivenlerine tırmanırken aklında arkadaşlarına ettiği veda vardı. Şakanın dozunu fazla kaçırmışlardı. Alay etmekten zevk alır bir hale geldiklerinde içindeki alttan alan yanı bir kenara fırlatıp hepsine içindeki karmaşayı tattırmıştı. Fakat beklediği anlayıştan ziyade ön yargı duvarından seken yalnızlığı alabilmişti sadece. Uzun uzun yürümüştü yanlarından ayrıldığında. Kulağına taktığı kulaklıktan çalan The Monster isimli şarkı sanki ona bir şe

#1 Meşe'nin Gölgesinde

'Her nefes yeni bir başlangıçtır.'   Her zaman yaptığı gibi nehrin kenarındaki meşe ağacının gölgesinde oturmuş ve gözlerini kapatmıştı. Küçüklüğünden beri oynadığı nefesini takip etme oyununu oynuyordu. Her nefes alışı ve verişi çevresindeki seslerin derinliğini arttırıyordu adeta. Akan suyun sesi sanki her nefesinde şarkı söylüyordu.  Sırtını yasladığı ağacın gövdesinde bir sıcaklık hissetti Aia. Bu his onu ürtpertmek yerine mutlu etmişti. Ağaç onunla bağlantıya geçiyordu. Sonunda hayalini kurduğu şey gerçekleşmek üzereydi. Bir yandan nefesine odaklanırken diğer yandan ısının yoğunlaştığı bölgeyi tespit etmeye çalışıyordu. Isı ağır hareket ediyor ve gideceği yeri hesaplamaya çalışıyordu sanki. Kalbinin arka noktasına, sırtının sol kısmına yoğunlaştı ısı. Bu farklı bir deneyim oluyordu ona. Odağını kalbine yönlendirdi Aia. Artık nefes alış verişi stabilleşmişti. Aklındaki tek şey kalp atışlarıydı. Bir davul misali onu derinleştirdikçe derinleştiriyordu. Kuşların ins

#17 Deniz Feneri / Part 2

Üzerindeki şoku atan Yukio, şifacı kadın ve yaşlı fener bekçisi ile birlikte şöminenin aydınlattığı odada sohbete devam ediyorlardı. Aslında sadece Yukio konuşuyor, diğerleri onu dinliyorlardı. Denizden çıkarıldıktan sonra yeniden doğmuş gibi hisseden insan, beden fonksiyonlarını yeniden keşfediyor gibiydi. Bulunduğu yeni sayılabilecek bu yeri idrak etmek bir yana dursun geçmişinin anılarını hatırlamak ona bu yeni yer hakkında fikir verebilecekti. O böyle umuyordu.  ‘’Ben doğduğum toprakları hatırlamıyorum.’‘ dedi. Yaşlı kadın sessiz bir tebessümle ona yanıt verdi. Bu içini ısıtmıştı. Zorlamaması gerektiğini biliyordu hafızasını. Eskiden böyle çalışıyordu zihni ama artık değil. Yukio sakince şöminede yanan ateşe baktı. Son hatırladığı anıları geldi hatırına hemen. Ogry, Ohario, Oktavius... Biri daha vardı içlerinde. Alevler içindeki şu çocuk... Adını anımsayamıyordu ama amacını biliyordu.  ‘‘O alevler içindeki genç oğlanı görüyorum. Enerjimi korumak için oluşturduğum cep evrene yerleşt