Ana içeriğe atla

#7 Topraktan Doğan

Okulda insanlardan bıktığı zaman sürekli kendisini inzivaya çektiği o oturma bankının hemen arkasındaki ağacın önünden aldığı bir poşet toprağına, saksıyı sonunda almıştı. Ne yaptığını bilmiyordu. Sadece içinde bir his vardı. Öyle bir histi ki bu, sanki o toprak bir şekilde anlam veremediği bir yaşam formunu içinde barındırıyordu ve kendisi aracılığıyla bu yaşam formu yeniden oluşmak istiyordu. Öyle garip bir histi işte onu bu saçmalıklara iten...

Saksıya doldurduğu toprağa öylece bakıyordu. Saksıyı aldığı çiçek dükkanında çalışan kadın ona tabak almayı unuttuğunu söylemişti çıkarken. O da, 'Tabağı ne yapacağım be?' diye düşünmüştü kadına anlamsızca bakarken. Poşete sıkıştırılan tabağı görünce beynindeki mantık devreleri aktif oluvermişti hemen. Elbette fazla su burada toplanacaktı.

'Peki şimdi ne olacak?' diye söylendi kendi kendine küçük odasında turlarken. Bir yanda saksı öylece camın önünde duruyordu ve hareket yoktu. Sadece toprağı ıslatmıştı ve öylece bırakmıştı camın önüne. Hala içindeki sıkıntı geçmemişti. Bir şeyler yapması gerekiyordu ama ne?

'Derdin ne senin be?' diye söylendi, saksının içindeki ıslanmış toprağa bakarak.

Toprakta ses seda yoktu. Kendi halinde öylece duruyordu ama bir sorun vardı. Bulacaktı öyle yada böyle... Tüm bu saçmalıklar zaten kendi kendini geliştirmişti ya. Olması gerekenlerde kendi kendini geliştirebilirdi elbette.

Karnı acıkmıştı. Neler yapabileceğine bakmak için odasındaki küçük dolabı açtı ve bakındı. Eline geçirdiği sebze torbasını aldı. Dolabın yanındaki kutunun içindende birkaç patates ve birkaç soğan aldı. Yemek yaptığı zaman olmazsa olmazlarındandı bu ikili. Sebzelerini özenle yıkadı, soyulması gereken kısımlarını soydu ve masanın kenarına yığdı. Ardından soğanlarını ve patateslerini soydu. Onların kabuklarını da diğer yığıntıların üzerine ekledi.

Tencereye bir güzel yağını, tuzunu, bol baharatını ekledikten sonra soğanları ekleyerek bir güzel kavurdu. Onun üstüne de patatesler ile sebzeleri ekleyip bir tur kavurduktan sonra fazla abartmadan suyunu ekledi. Çorba yapmıyordu sonuçta. Ayrıca tek başına yaşıyordu ve bu kadarı kafiydi. Tencerenin kapağını kapadıktan sonra yemeği kendi halinde pişmeye bıraktı ve gözleri masadaki sebzelerin kabuklarının yığınlarına gitti.

Bir yandan kabukları süzerken diğer yandan saksıyı süzüyordu. İçindeki sıkıntı ona bunu yapmasını söylüyordu. Camın önüne koyduğu saksıyı aldı ve masanın üzerine yerleştirdi. Sebze kabuklarını bıçak yardımıyla iyice ufak hale getirdi. Ardından saksıdaki toprağı biraz eşeleyerek kabukların hepsini saksıya doldurdu. Toprakla üstünü iyice kapattıktan sonra yaptığı yemeğin suyundan birazcık içine kattı.

Saksıyı yeniden camın önüne koyarken söyleniyordu. 'Ne kadar garip fantezilere sahipsin be? Ne tür bir bedene sahip olmayı umuyorsun ki? Patatesli, soğanlı bir pırasa yemeğine mi dönüşmek istiyorsun yani? Tuhafsın.' dedi toprağa.

Fakat toprak sessizliğini koruyordu. Sanki bir çeşit ziyafet çekiyordu kendi pasif sessizliğiyle. Belki ihtiyacı olan biraz enerjiydi. Bunu kimse bilemezdi. Yemeğinin piştiğinin sinyallerini odasına yayılan kokudan almıştı. Hemen dolaptan çıkartığı tabağına doldurdu yemeğini ve masasına yerleşti. Bu işi seviyordu. Yemek yapmak tamda onun işiydi.

Afiyetle karnını doyurduktan sonra saksıyı kesti. Ardından beyninde bir ampul yandı. 'Tabi ya. Sende acıktın da ondan bana sıkıntı yarattın. O kabuklar sana enerji veriyor. Artık aydınlandım toprak.' dedi.

Toprak sessiz sedasız bir beklemedeydi. Çektiği pasif ziyafet günlerce sürebilirdi. Bu kabukları sindirmesi uzun zamanlar alacaktı. Elbette odasında misafir olduğu gençte bunun farkındaydı. Onu bilerek seçmişti toprak. Onu ancak o genç yeşertip büyütebilirdi.

Günler günleri kovaladı. Genç düzenli olarak toprağı kontrol ederken bir yandan kendi hislerini kolluyordu, diğer yandan gözlerine güvenmeyi seçiyordu. Zamanla toprak ile arasında saçma bir dostluk oluştu. Okuldan geldikten sonra, 'Selam bro.' diye selam vermesi bir yana, dışarı çıkarken de yine 'Görüşürüz bro.' gibi sözler söylerdi. Toprakta her zamanki pasif sessizliği ile ona yanıt verirdi.

Bir gün her zamanki rutinden farklıydı. Toprak genci bir gece yarısı sıkıntıyla uykusundan kaldırmıştı. Rüyasında ateşli bir şekilde sevişen genç uyandığında fena halde sertleşmiş haldeydi. Sıkıntısını atmak için mastürbasyon yapmaya karar veren genç kısa süre içinde orgazm olup tüm spermini eline boşaltmıştı. Tam banyoya gidecekken sıkıntı bağırarak onu geri itti.

'Yok artık lan!' diyerek toprağa atarlandı. Ardından sorgulamanın yersiz olduğunu anladığından elindeki spermlerin bir kısmını toprağa akıttı ve üzerini yine toprakla örttü. 'Sen iyice manyaklaşmaya başladın bro.' diye söylenerek odasından çıkan genç temizlenmeye gitti.

Ertesi gün sessizdi. Ne sıkıntı vardı ne de başka bir şey. Aslına bakarsa o günü takip eden diğer iki haftada benzer bir sessizlikle geçmişti. Toprak ne sıkıntıya neden oluyordu ne de başka bir şeye. Ara sıra genç ona öğütebileceği türden kabuklar veriyor ve suluyordu. Onun dışında o garip geceden beri toprağa karşı daha temkinli yaklaşıyordu.

Hatta bir gün, 'Bu manyağı gidip bir ormanda terk mi etsem ne?' diye düşünmüştü. Fakat sonra bunun acımasız bir düşünce olduğunu zannederek bundan vazgeçmişti. Aradan geçen uzun günlerin ardından topraktan ilk sinyal ansızın gelmişti.

İlk gördüğünde pek umursamamıştı ve kendi dalgasına bakmaya devam etmişti genç. Fakat zaman geçtikçe büyümesi sonunda ilgisini çekmişti. Toprak üzerinde, içinde hareket eden bir sıvı olan bir zar duruyordu. Eliyle çaktırmadan kökleri olup olmadığını kontrol ettiğinde şoka girmişti. Gerçekten kökleri vardı ve saksının derinlerine gidiyordu. Zarın içinde hareket eden şey ne olduğuyla ilgili en ufak bir fikri yoktu.

Onu ilk fark ettiğindeki tepkisi aslında her şeyi özetlercesineydi. 'Hassiktir lan! Bu şey hareket ediyor.'

İşlerin bu kadar tuhaflaşacağını beklemiyordu genç. Fakat olan olmuştu ve artık geri dönüşü olmadığını düşünüyordu. Açıkçası bir yandan da bu işin daha nereye varacağını da merak etmiyor değildi. Saksısında bir şey büyüyordu ve o hala garip bir şekilde bunun ne olacağını merak ediyordu. Teknik olarak o şeyin babasıydı aslında. Bir yandan da babalık duygusu vardı içinde. Garip bir şekilde kendisini artık yetişkin biri gibi hissediyordu.

Zar haftalar boyu büyüdü durdu. Bir erkek yumruğu kadar kıvama geldiğinde genç artık sona geldiğini anlamıştı. Onu haftalarca izlemiş, en güzel kabuklarla beslemişti. Yememiş yedirmiş, içmemiş içirmişti... Nihayet o gün doğum günüydü. Zarın içinden bir ağaç kadın ile bir insan erkeğinin melezi gibi bir el çıkmıştı ilk önce. O küçük ele bakan genç şok içindeydi. Ağaç kabuğu gibi sert fakat insan eli gibi narindi. Öyle garip bir havası vardı işte.

Kısa süre içinde diğer elini de çıkardı. Ardından profesyonel bir şekilde zarı yırttı ve sıvısını toprağına boşalttı. Zarında üstünü toprağı ile örttü. O insani gözleri büyüleyiciydi. İnsani görünümü bir yana dursun aynı zamanda bir bonzai ağacına da benziyordu. Hangi algıyla bakarsan ona dönüşüyordu. Garipti ama güzeldi.

Genç ile arasındaki geçmiş bağ dahada kuvvetlenmişti artık. Saksısında tuhaf, tatlı bir yaratık yetiştirmişti. Okuldaki arkadaşları duysa onun uyuşturucu kullanmaya başladığını sanırlardı. Fakat öyle değildi. Artık tuhaf bir dostu vardı. Aslında hala oğlu mu olduğu konusunda çelişkileri vardı. Bunu iletişim kurmayı başardığında aralarında anlaşarak çözseler daha iyi olacaktı.

Eski usul beslemeye devam etti onu bir süre. Ardından o tatlı canavarı da kendisi gibi ağız yoluyla beslemeye başladı. Ne yese ona da uzatıyordu. Eğer açsa alıp yiyor. Değilse bir ağaç gibi sessizce duruyordu. Aslında tamamen kafasına göre takılıyordu. Bazen bir bakıyordu insan gibi kafasına göre hareket ediyor, ses çıkarıyor, toprağı ile oynuyordu.

Hatta bir keresinde okula geç kalmak üzere olan genci toprak fırlatarak uyandırmıştı yatağından. Bu da farklı bir durumdu doğrusu. Bazende bir ağaçtan, bir bonzai ağacından farksızdı. Kafasına göreydi anlayacağınız.

Günlerden bir gün genç ona ses çıkarmayı öğretti. Sesli harflerle başlayarak ona sırasıyla tüm sesleri öğretmeye koyuldu. Amacı sesleri çıkarmayı öğreterek ona konuşma dersleri vermekti. Sonuçta gayette akıllı bir yaratıktı. Sadece konuşmaya yabancıydı o kadar. Fakat zor olmadı. Kısa sürede önce sesleri, sonra da konuşmayı öğrendi.

İşte o konuşmayı öğrendikten sonra gencin hayatı değişmeye başladı. Çünkü artık sınırları ortadan kalkmıştı varlığın. Tek sınırı saksıya olan bağımlılığıydı. Onuda aştıktan sonra artık bağımsız olacaktı. Genç ne tür bir işe bulaştığını iletişimler başladığı zaman anlamıştı. Fakat artık çok geçti. Bu şey artık yaşıyordu, nefes alıyordu ve gayette besleniyordu. Bundan sonra neler olacağı tamamiyle bu garip ağaç-insan canlısının elindeydi.

...

Devamı gelebilir...

 Aklıma öylece düşen sayko bir hikaye daha. Bu aralar kendimin farklı yanlarımı keşfetmeye çalışıyorum. Bu keşifler böyle garip hikayeler ürettiriyor bana. Bakalım daha ne kadar uç şeyler çıkaracağım. Bende merakla bekliyorum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

#2 Zihin Denizi

'Aradığım sadece biraz ilgiydi.' demişti arkadaşlarına veda ederken Umber. Artık hiçbir şeyin gerçek anlamda umurunda olmamasından korkuyordu. Nitekim bu gerçekleşmek üzereydi. Yıllarca hep umursuz, vurdumduymaz bir imaj yansıtmıştı çevresine. Fakat içinde hep bir karmaşa ve hep bir umursayan, acı çeken yan vardı. Olmak istediği şeyi dış görünüşüne yansıtmayı başarmıştı fakat iç dünyasına yapacak cesareti yoku. Kendisini kaybetmekten, başka bir şeye dönüşmekten öyle korkuyordu ki sonunda o eşiğe geldiğini fark etmemişti bile. Evinin merdivenlerine tırmanırken aklında arkadaşlarına ettiği veda vardı. Şakanın dozunu fazla kaçırmışlardı. Alay etmekten zevk alır bir hale geldiklerinde içindeki alttan alan yanı bir kenara fırlatıp hepsine içindeki karmaşayı tattırmıştı. Fakat beklediği anlayıştan ziyade ön yargı duvarından seken yalnızlığı alabilmişti sadece. Uzun uzun yürümüştü yanlarından ayrıldığında. Kulağına taktığı kulaklıktan çalan The Monster isimli şarkı sanki ona bir şe

#1 Meşe'nin Gölgesinde

'Her nefes yeni bir başlangıçtır.'   Her zaman yaptığı gibi nehrin kenarındaki meşe ağacının gölgesinde oturmuş ve gözlerini kapatmıştı. Küçüklüğünden beri oynadığı nefesini takip etme oyununu oynuyordu. Her nefes alışı ve verişi çevresindeki seslerin derinliğini arttırıyordu adeta. Akan suyun sesi sanki her nefesinde şarkı söylüyordu.  Sırtını yasladığı ağacın gövdesinde bir sıcaklık hissetti Aia. Bu his onu ürtpertmek yerine mutlu etmişti. Ağaç onunla bağlantıya geçiyordu. Sonunda hayalini kurduğu şey gerçekleşmek üzereydi. Bir yandan nefesine odaklanırken diğer yandan ısının yoğunlaştığı bölgeyi tespit etmeye çalışıyordu. Isı ağır hareket ediyor ve gideceği yeri hesaplamaya çalışıyordu sanki. Kalbinin arka noktasına, sırtının sol kısmına yoğunlaştı ısı. Bu farklı bir deneyim oluyordu ona. Odağını kalbine yönlendirdi Aia. Artık nefes alış verişi stabilleşmişti. Aklındaki tek şey kalp atışlarıydı. Bir davul misali onu derinleştirdikçe derinleştiriyordu. Kuşların ins

#17 Deniz Feneri / Part 2

Üzerindeki şoku atan Yukio, şifacı kadın ve yaşlı fener bekçisi ile birlikte şöminenin aydınlattığı odada sohbete devam ediyorlardı. Aslında sadece Yukio konuşuyor, diğerleri onu dinliyorlardı. Denizden çıkarıldıktan sonra yeniden doğmuş gibi hisseden insan, beden fonksiyonlarını yeniden keşfediyor gibiydi. Bulunduğu yeni sayılabilecek bu yeri idrak etmek bir yana dursun geçmişinin anılarını hatırlamak ona bu yeni yer hakkında fikir verebilecekti. O böyle umuyordu.  ‘’Ben doğduğum toprakları hatırlamıyorum.’‘ dedi. Yaşlı kadın sessiz bir tebessümle ona yanıt verdi. Bu içini ısıtmıştı. Zorlamaması gerektiğini biliyordu hafızasını. Eskiden böyle çalışıyordu zihni ama artık değil. Yukio sakince şöminede yanan ateşe baktı. Son hatırladığı anıları geldi hatırına hemen. Ogry, Ohario, Oktavius... Biri daha vardı içlerinde. Alevler içindeki şu çocuk... Adını anımsayamıyordu ama amacını biliyordu.  ‘‘O alevler içindeki genç oğlanı görüyorum. Enerjimi korumak için oluşturduğum cep evrene yerleşt