Ana içeriğe atla

#13 Rüzgarda Uçuşan Silgi Tozları

Elindeki defteri camdan dışarıya doğru tutmuştu Fyn. Silgi tozlarının sadece rüzgarla temizlenmesini istiyordu defterinden. O yüzden sabırla tutuyordu camda. Fakat bir sorunun yaklaştığını bilmiyordu. Kısa süre içinde irkilerek öğrenmek zorunda kaldı.

'Sen o camda ne yaptığını sanıyorsun öyle?' diye bağırdı öğretmeni.

Endişe ile elindeki defteri aşağı düşüren Fyn üzüntü ile döndü.

'Şey defterimi aşağı düşürdüm.' dedi üzgün bir tonla.

Öğretmeni şaşkın bir şekilde cama yöneldi ve aşağı baktı. Defter gerçekten de düşmüştü. Söylene söylene içeri girdi ve camı kapattı.

'Bu cam bir daha açılmayacak. Bıktım senin şu tuhaf takıntılarından Fyn. Biraz uyum sağlamayı öğrenmen gerekiyor. Rüzgarı hissetmeyi seviyorsun diye sınıf kurallarını hiçe sayman çok bencilce bir davranış. Git ve çöp kutusunun yanında arkanı dönerek bekle.'

Bir yandan başarısızlığının üzüntüsü, diğer yandan öğretmeninin cezası ona sonunda boyun eğdirmişti. Yavaş ve umutsuz adımlarla çöpün yanına giden Fyn arkasını döndü ve beklemeye başladı.

Öğretmen sınıftan söylene söylene çıktı ve dışarıdaki görevliye bir şeyler söyledi. Tekrar içeri girdiğinde Fyn'in çöpün içindeki kalem tozlarını nefesi ile hareket ettirmeye çalıştığını gördü. Onu görmezden gelerek masasına yerleşti ve sınıfa kararlı bir konuşma yapmaya başladı.

'Bakın çocuklar. Hepinizin dışarıda olmak istediğinizi ve eğitimi bu kapalı kapılar ardında değilde dışarıda, doğa ile iç içe almak istediğinizi biliyorum. Bunu görememek bariz kör olmayı gerektirir. Fakat yeni anayasa ile bu mümkün değil. Sizi sınıfın dışına çıkarmam demek işimden olmam anlamına gelir. O yüzden, özellikle sen Fyn, lütfen sınıfın içinde kalmaya odaklanalım. Öğreneceklerimizi öğrenelim ve herkes evine gitsin.'

Sözlerini bitirdiğinde sınıfta derin bir sessizlik vardı. Yeni anayasa bu kapalı eğitimi zorunlu koşmuştu. O yüzden yasaları çiğnemek istemiyordu. Sınıftaki diğer öğrencilerde iyi kötü bunu anlayabiliyorlardı. Fakat Fyn hala kendi dünyası içinde, kendi özgürlüğünü yaşamayı sürdürüyordu.

...


'Öğretmeninle konuştum bugün oğlum.' dedi annesi sakin bir ses tonuyla.  'Bana gene şu rüzgar takıntından bahsetti. Sınıfın içinde seni tutmakta zorluk çektiğinden ve diğerlerini de etkilediğinden bahsetti. Bu konuda konuşmak ister misin?'

Annesinin bu arkadaşça yaklaşımı onu şaşırtmıştı.

'Elimde değil. Kapalı ortamda bulunmak beni çok yoruyor. Dış dünyadan kopuk olmak, rüzgarı hissedememek bana öyle zor geliyor ki kendimi zincirlenmiş gibi hissediyorum.' dedi.

'Doğduğun günden beri hep göçebe bir hayat yaşadık oğlum. Fakat şu yeni anayasa artık bizlerin göçebe yaşantısını değiştirdi. Bunu kabullenmek zor biliyorum, ama alışmak zorundasın. Bizden güçlü insanlar var ve onların istedikleri bazen bizlerinkini ezip geçebiliyor. Bu acımasız, biliyorum. Fakat biz savaşmayız, biz onlar değiliz.'

Annesi sessizleşti birden. İçinde kendisine söyleyemediği şeyler vardı. Kendi içinde itiraf edemediği bazı şeyler.

'Kendi boyun eğişimi sana da empoze ediyorum.' dedi ve ağlamaya başladı.

Ağlayan annesini kendi haline bırakan Fyn, sırt çantasını aldı ve dışarı çıktı. Biraz doğa yürüyüşü ona iyi gelebilirdi. Hareket halinde olmak onun kültürüydü, bildiği tek gerçekti. Fakat bu gerçek artık yerini başka bir gerçeğe bırakmıştı. Göçebe toplum anlayışına karşı yönetimin dünyada hakim olması ve herkesi belli bir sınır içinde kalmaya zorlamaları oldukça kısıtlanmış hissetmelerine yol açmıştı onları.

Kulağına geliyordu bazı hikayeler fakat ciddiye almıyordu. Göçebeliği bırakan ve yerleşik yaşama geçen toplumların haberleri artarak yayılıyordu. Yerleştikleri yerleri sahiplenen toplumlar sınırlar çekerek başkalarının arazilerine girmelerini engellemeye çalışıyorlardı. Özel mülkiyet sessiz sedasız kendini gösteriyordu fakat onlar bunu umursamıyorlardı. İşte şimdi anlıyordu Fyn. Eğer zamanında o işaretleri görmüş olsalardı kültürlerine sahip çıkabilirlerdi.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

#1 Meşe'nin Gölgesinde

'Her nefes yeni bir başlangıçtır.'   Her zaman yaptığı gibi nehrin kenarındaki meşe ağacının gölgesinde oturmuş ve gözlerini kapatmıştı. Küçüklüğünden beri oynadığı nefesini takip etme oyununu oynuyordu. Her nefes alışı ve verişi çevresindeki seslerin derinliğini arttırıyordu adeta. Akan suyun sesi sanki her nefesinde şarkı söylüyordu.  Sırtını yasladığı ağacın gövdesinde bir sıcaklık hissetti Aia. Bu his onu ürtpertmek yerine mutlu etmişti. Ağaç onunla bağlantıya geçiyordu. Sonunda hayalini kurduğu şey gerçekleşmek üzereydi. Bir yandan nefesine odaklanırken diğer yandan ısının yoğunlaştığı bölgeyi tespit etmeye çalışıyordu. Isı ağır hareket ediyor ve gideceği yeri hesaplamaya çalışıyordu sanki. Kalbinin arka noktasına, sırtının sol kısmına yoğunlaştı ısı. Bu farklı bir deneyim oluyordu ona. Odağını kalbine yönlendirdi Aia. Artık nefes alış verişi stabilleşmişti. Aklındaki tek şey kalp atışlarıydı. Bir davul misali onu derinleştirdikçe derinleştiriyordu. Kuşların ins

#2 Zihin Denizi

'Aradığım sadece biraz ilgiydi.' demişti arkadaşlarına veda ederken Umber. Artık hiçbir şeyin gerçek anlamda umurunda olmamasından korkuyordu. Nitekim bu gerçekleşmek üzereydi. Yıllarca hep umursuz, vurdumduymaz bir imaj yansıtmıştı çevresine. Fakat içinde hep bir karmaşa ve hep bir umursayan, acı çeken yan vardı. Olmak istediği şeyi dış görünüşüne yansıtmayı başarmıştı fakat iç dünyasına yapacak cesareti yoku. Kendisini kaybetmekten, başka bir şeye dönüşmekten öyle korkuyordu ki sonunda o eşiğe geldiğini fark etmemişti bile. Evinin merdivenlerine tırmanırken aklında arkadaşlarına ettiği veda vardı. Şakanın dozunu fazla kaçırmışlardı. Alay etmekten zevk alır bir hale geldiklerinde içindeki alttan alan yanı bir kenara fırlatıp hepsine içindeki karmaşayı tattırmıştı. Fakat beklediği anlayıştan ziyade ön yargı duvarından seken yalnızlığı alabilmişti sadece. Uzun uzun yürümüştü yanlarından ayrıldığında. Kulağına taktığı kulaklıktan çalan The Monster isimli şarkı sanki ona bir şe

#17 Deniz Feneri / Part 2

Üzerindeki şoku atan Yukio, şifacı kadın ve yaşlı fener bekçisi ile birlikte şöminenin aydınlattığı odada sohbete devam ediyorlardı. Aslında sadece Yukio konuşuyor, diğerleri onu dinliyorlardı. Denizden çıkarıldıktan sonra yeniden doğmuş gibi hisseden insan, beden fonksiyonlarını yeniden keşfediyor gibiydi. Bulunduğu yeni sayılabilecek bu yeri idrak etmek bir yana dursun geçmişinin anılarını hatırlamak ona bu yeni yer hakkında fikir verebilecekti. O böyle umuyordu.  ‘’Ben doğduğum toprakları hatırlamıyorum.’‘ dedi. Yaşlı kadın sessiz bir tebessümle ona yanıt verdi. Bu içini ısıtmıştı. Zorlamaması gerektiğini biliyordu hafızasını. Eskiden böyle çalışıyordu zihni ama artık değil. Yukio sakince şöminede yanan ateşe baktı. Son hatırladığı anıları geldi hatırına hemen. Ogry, Ohario, Oktavius... Biri daha vardı içlerinde. Alevler içindeki şu çocuk... Adını anımsayamıyordu ama amacını biliyordu.  ‘‘O alevler içindeki genç oğlanı görüyorum. Enerjimi korumak için oluşturduğum cep evrene yerleşt