Ana içeriğe atla

#15 Cennet Klimanın Serin Rüzgarı Altında

 

Rüzgarın yüzüme çarpışının verdiği huzuru aradım içimde. Böyle bir huzur bir zamanlar vardı oralarda. Mutlu edip, içimi rahatlatıyordu. Huzurlu hissettiriyordu. Yine hissettirebilirdi. Sadece o anılardan birini diriltsem yeterdi.

‘Ahh…’

Tepkim eşimi bir anda sarmıştı. Arabanın kontrolünü bir an için kaybetti.

‘Ne oldu?’ dediğinde sesinde paniği sezdim. Gülme krizime mani olamadım. Arabanın ön koltuğunda kriz geçirircesine gülmeye başladım. Eşim baya bir ciddi halde arabayı kullanırken beni süzüyordu. Delirip delirmediğimi kontrol ediyor gibi bir hali vardı.

‘Sıcak mı geçti senin başına?’

Gülüşüm kriz seviyesinden nefes alamama noktasına ulaşmaya başladı. Kasıklarımın ağrımaya başladığını hissedebiliyordum. Sıcağın verdiği yoğun ağırlık hissine bir de kasık ağrısı eklenirse geceyi hastane koridorlarında geçirmek zorunda kalabilirdim. Gerçi işime gelirdi. Kliması olan bir hastane koridorunu şu arabaya yeğlerim doğrusu.

Derin nefes almaya başladım. Bu tavrım eşimin iyice panik haline girmesine neden oldu. Kendimi sakinleştirmeye başladığımda bir an için bana olağanüstü komik gelen hayat yine aynı monotonluğu ile yüzüme sıcak hava buharı üflemeye başladı.

‘Özür dilerim.’ dedim.

‘Ne için?’

‘Zihnimi sıcak havanın serin bir kış akşamı olduğuna inandırmaya çalışıyordum. Ama yapabildiğim tek şey geçen yıl Sezen’in kedisinin üzerime işemesi anısını hatırlamak oldu. Bu anıyı hatırladığım anda tam tiksinecekken senin şoka girmiş ifaden beni fena halde güldürmeye başladı.’

Eşimin keyfi yerine gelmeye başladı. Çöl sıcağını andıran korkunç havada yolculuk yapmak tam bir işkenceydi.

‘Sence dünya böyle daha kaç sene geçirecek? Bu kadar sıcak fazla değil mi?’

Arabanın termometresi 45 dereceye dayanmıştı. Camları kapatıp klima açmak istiyorduk ama hassas bedenlerimiz korkunç derece kırılgan olduğu için klima bizi saniyeler içinde hasta edebilirdi.

‘Birkaç dakika da olsa klima açsak hasta olmayız herhalde?’ diye mırıldandım.

‘Denemeye değer.’ dedi.

Araç camlarını hızla kapatıp klimayı hızlı soğutması için en yüksek soğukluk derecesinde açtım.

‘Birazdan camlar buğulanacak.’ dedi.

‘İsterse içeride yağmur yağsın, umurumda değil!’

Gözlerimi kapattım ve serinliğin artan coşkusuna kendimi teslim ettim. Artan coşkum bedenimin gevşemesini sağladı. Sıcağın verdiği ağırlık hafif serinlikte bile yerini hemen hafiflenmeye bıraktı.

‘Kim icat ettiyse şunu helal olsun be!’ diye bağırdım. Ardından flaş belleğe indirdiğim şarkılardan birini açtım. Hareketli müziğin verdiği enerji ile birleşen klima ferahlığında hayat yeniden bir cenneti andırmaya başladı.

‘Bu iyi geldi işte.’

‘Gelmez mi?’

Elimi yanağına koyarak onu okşadım. Hayatımı birleştirdiğime beni her geçen sene daha da şükrettiren bu adam tüm asaletiyle aracı sürmeye devam ederken. Yanına biraz daha sokularak ıslak bir öpücük kondurdum yanağına.

‘Bak bu daha iyi geldi.’ dedi sırıtarak.

Ona sarıldım ve başımı omzuna dayadım. Müzik ve serinlik eşliğinde bir süre yol aldık. İklimin iyice kontrolden çıktığı Konya Ovasından geçerken çölleşmekte olan toprak bizi iyice tedirgin etti.

‘Daha önce bir çölün oluşumunu canlı canlı hiç görmemiştim. Şu ülkenin bize verdiği imkanlara bak…’

Gülmek istiyordum ama bu sefer pekte gülemiyordum. Sarıya çalan kahverengi toprak adeta ışığı yansıtmaya başlamıştı.

‘Burada biraz fazla kalsak serap bile görürüz.’

Haklıydı. Termometre şimdi 49’du.

‘Böyle giderse nefes alacak yer kalmayacak. Göç etmelerine şaşmamalı.’

Yolda bir tane hayvan yoktu. Ne yol başında bekleyen satıcılar, ne bir yaşam formu. Kendimi yalnız hissetim.

‘Sence Marstakiler de böyle bir yaşam mı yaşıyor?’

Kocam gülmeye başladı.

‘Marstakiler yeraltı şehirlerinde huzur içinde yaşıyorlardır rahat ol.’ dedi.

Hala o komplo teorilerinin etkisi altındaydı. Ben o kadar kurgusal yaklaşamıyordum. ‘Bence pekte huzurlu olduklarını sanmıyorum. Sıfırdan bir gezegene yerleştiler. Bizde en azından hala iklimler var. Onlar da iklim yok!’

‘Hayatım iklime ihtiyaçları yok ki. Yeraltında her şeyi üretebiliyorlar. Adamlar spermden yapay rahim yoluyla hayvan bile yetiştiriyorlar.’

‘Bu iğrenç.’

‘Ne iğrenç? Yetiştiriyorlar demem mi? Haha, yalan mı? Tarım yapar gibi hayvan üretiyorlar. Allah bilir insan da üretmişlerdir.’

‘Tamam bu konuyu daha fazla sürdürme lütfen. Şu komplolar çok rahatsız edici.’

‘Bunlar komplo değil Türkan. Burada etik sınırına takıldıkları için Mars’a kaçtılar. Yalan değil. Oraya giden tüm aileler bilim insanlarından seçildi. Hatta bana kalırsa kimin gideceği bile çoktan belliydi. O kura günü tam bir kapalı kutu.’

Eşime yetişmek zordu. Onu bu konuda fazla dinlemek istemiyordum. O yüzden müziğin sesini biraz daha açtım. Artan ritimde başka şeyler düşünmeye çalıştım. İçime dolan kasveti biraz dağıtmasını umdum.

‘Neden bu kadar hassassın ki?’ diye söylendi. ‘Teknoloji artık yapay yollarla insan üretmeye imkan veriyor. Bunu kabul etmek senin için neden zor?’

‘Bunlara inanıyor oluşunu kabul edemiyorum sadece. Sence insan yaratabiliyorlarsa neden takip ettiğim onca bilim bloğunda bununla ilgili bir makale yok?’

‘Neden bize söylesinler ki? Biz daha etik bariyerini bile aşamamış bir türüz. Daha ahlak ne onu bile bilmiyorken, anlamıyorken egoist benliklerimizle bir dünyayı yok ettik. İlkellik damarlarımızda var. Bize bunu açıklasalar ne olur açıklamasalar ne olur?’

Böyle konuşunca ona inanmak istiyordum. Ama mantığım ve aklım bana bu saçmalıklara inanmak yerine aşırı sıcaklardan çölleşen ülkede nasıl hayatta kalacağımızın yolunu bulmanın düşünmek için daha iyi bir konu olduğunu söylüyordu.

‘Oradaki koloni orayı dünyalaştırmak için orada. Hepsi gönüllü oldu. Bizim için, insanlık için. Hayatlarını o cehennemi cennete dönüştürmek için feda ettiler…’

‘Oradakiler eminim Satürnün uydularına uygun insan genom dizilimini nasıl yaparız onun deneylerine çoktan başlamışlardır. Europayı ne çabuk unuttun?’

‘Bir kere Europa buzdan bir gezegen. Orayı ısıtmak bir yana dursun, genetik teknolojisinin oraya uygun bir tür geliştirebileceğini hiç mi hiç zannetmiyorum. İşte şimdi kurgusal zihnin iyice kontrolden çıktı.’

Sırıtarak arabasını kullanmaya devam etti. Sarı saçlarının altındaki o gıcık tebessümü top sakalı bile gizleyemiyordu. Koluna sertçe vurdum. Kahkaha atmaya başladı.

‘Kapa çeneniiiğ!’

‘Seni gıcık etmek çok hoşuma gidiyor hayatımın anlamı!’

‘Şapşal.’

‘Seni seviyorum aşkım.’

Ahh… Bende. Bende…

 

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

#1 Meşe'nin Gölgesinde

'Her nefes yeni bir başlangıçtır.'   Her zaman yaptığı gibi nehrin kenarındaki meşe ağacının gölgesinde oturmuş ve gözlerini kapatmıştı. Küçüklüğünden beri oynadığı nefesini takip etme oyununu oynuyordu. Her nefes alışı ve verişi çevresindeki seslerin derinliğini arttırıyordu adeta. Akan suyun sesi sanki her nefesinde şarkı söylüyordu.  Sırtını yasladığı ağacın gövdesinde bir sıcaklık hissetti Aia. Bu his onu ürtpertmek yerine mutlu etmişti. Ağaç onunla bağlantıya geçiyordu. Sonunda hayalini kurduğu şey gerçekleşmek üzereydi. Bir yandan nefesine odaklanırken diğer yandan ısının yoğunlaştığı bölgeyi tespit etmeye çalışıyordu. Isı ağır hareket ediyor ve gideceği yeri hesaplamaya çalışıyordu sanki. Kalbinin arka noktasına, sırtının sol kısmına yoğunlaştı ısı. Bu farklı bir deneyim oluyordu ona. Odağını kalbine yönlendirdi Aia. Artık nefes alış verişi stabilleşmişti. Aklındaki tek şey kalp atışlarıydı. Bir davul misali onu derinleştirdikçe derinleştiriyordu. Kuşların ins

#2 Zihin Denizi

'Aradığım sadece biraz ilgiydi.' demişti arkadaşlarına veda ederken Umber. Artık hiçbir şeyin gerçek anlamda umurunda olmamasından korkuyordu. Nitekim bu gerçekleşmek üzereydi. Yıllarca hep umursuz, vurdumduymaz bir imaj yansıtmıştı çevresine. Fakat içinde hep bir karmaşa ve hep bir umursayan, acı çeken yan vardı. Olmak istediği şeyi dış görünüşüne yansıtmayı başarmıştı fakat iç dünyasına yapacak cesareti yoku. Kendisini kaybetmekten, başka bir şeye dönüşmekten öyle korkuyordu ki sonunda o eşiğe geldiğini fark etmemişti bile. Evinin merdivenlerine tırmanırken aklında arkadaşlarına ettiği veda vardı. Şakanın dozunu fazla kaçırmışlardı. Alay etmekten zevk alır bir hale geldiklerinde içindeki alttan alan yanı bir kenara fırlatıp hepsine içindeki karmaşayı tattırmıştı. Fakat beklediği anlayıştan ziyade ön yargı duvarından seken yalnızlığı alabilmişti sadece. Uzun uzun yürümüştü yanlarından ayrıldığında. Kulağına taktığı kulaklıktan çalan The Monster isimli şarkı sanki ona bir şe

#17 Deniz Feneri / Part 2

Üzerindeki şoku atan Yukio, şifacı kadın ve yaşlı fener bekçisi ile birlikte şöminenin aydınlattığı odada sohbete devam ediyorlardı. Aslında sadece Yukio konuşuyor, diğerleri onu dinliyorlardı. Denizden çıkarıldıktan sonra yeniden doğmuş gibi hisseden insan, beden fonksiyonlarını yeniden keşfediyor gibiydi. Bulunduğu yeni sayılabilecek bu yeri idrak etmek bir yana dursun geçmişinin anılarını hatırlamak ona bu yeni yer hakkında fikir verebilecekti. O böyle umuyordu.  ‘’Ben doğduğum toprakları hatırlamıyorum.’‘ dedi. Yaşlı kadın sessiz bir tebessümle ona yanıt verdi. Bu içini ısıtmıştı. Zorlamaması gerektiğini biliyordu hafızasını. Eskiden böyle çalışıyordu zihni ama artık değil. Yukio sakince şöminede yanan ateşe baktı. Son hatırladığı anıları geldi hatırına hemen. Ogry, Ohario, Oktavius... Biri daha vardı içlerinde. Alevler içindeki şu çocuk... Adını anımsayamıyordu ama amacını biliyordu.  ‘‘O alevler içindeki genç oğlanı görüyorum. Enerjimi korumak için oluşturduğum cep evrene yerleşt