Ana içeriğe atla

#16 Deniz Feneri / Part 1

 Fenerin cılız ışığına bakan mürettebatın kardeşleri umutlarını kaybediyordu. Her an ışığın izini kaybedeceklerine olan kaygıları suratlarına sinmişti. Fırtınanın yoğun şiddeti atılan ağın kontrolünü kaybetmelerine neden oluyordu. Kaptan şef sakindi. Çok fazla fırtınalı deniz görmüş gibi bir havası vardı. Gözü pür dikkat fenerin ışına bakıyordu. Mürettebatın ağ ile olan mücadelesine aldırmıyor, ne de olsa başaracaklarını biliyordu. O fenere inanıyordu. Işığı ne kadar cılız olursa olsun bir kez yandı mı karanlıkları delip geçerdi. Boğun eğmezdi.

‘Direnin kardeşlerim.’ diye bağırdı halatın ucunu kavrayan bir mürettebat. Dağınık kardeşlerini hizaya sokmaya çalışırken yeni üyelerin kaygılı suratlarına tebessümle karşılık verdi.

‘İçinizde yeni olanlar var. Toyluğunuzu bugün burada bırakacak fırsata sahipsiniz. Fırtınalı denizler sizlere tecrübe verir. Eğer ona direnecek cesaretiniz varsa!’



Sözleri ıslık gibi rüzgarın içinde çalmıştı. Kardeşler var güçleriyle ağa asıldı. Onu derin sulardan yukarı çekmeye çalışıyorlardı. Yeni olanların kol kasları acıyordu ama buna rağmen çekiyorlardı ağı. Geminin orta yerindeki deliğin etrafına dizilmiş 10 kadar kardeş fırtınanın kuvvetine direniyordu.

‘Buraya gelene kadar ne badireler atlattınız. Bu sizi yıldırmasın!’ diye bağırdı kardeşlerine.

Sözleri onlara cesaret veriyordu. Umutlarını tazeliyor, soğuk yağan yağmurda kalplerine ateş oluyordu. Kardeşler çekti, çekti, durmadan yorgunluk nedir bilmeden çektiler ağı. Ne geleceğini bilmeden, sadece inanıyorlardı. Fenerin ışığının sönmeyeceğine inanıyorlardı.

Ucu göründüğünde neşe yayıldı mürettebata. Şef kaptan gür sesiyle bağırdı.

‘Fenere yaklaşıyoruz. Çekin evlatlarım, çekin!’

Mürettebat son bir gayretle ağı sonunda geminin içine çekmeyi başardılar. İçerisinde ne tür bir gizem taşıdığını bilemiyorlardı. Şef kaptan gözünü göğe çevirdi. Fırtına sonunda dinmişti. Sakin sularda yollarından emin parlayan fenere yol alıyorlardı. Ağın içindeki saklı gizem onlar için sadece sabırla beklemeyi gerektiriyordu. Limana vardıklarında onları şifacı bir grup karşıladı. Gemi demir attığında içeri ilk giren bu gruptan bir kadın oldu.

‘Ağa bugün ne takıldı?’

Sessiz beklentiyi kaptan şef bozdu. Yerinden o ana kadar hareket etmeyen adam, ağa dolanmış yosunla kaplı büyük yığının içinde kıpırdanan şeyi kurtarmaya koyuldu.

‘Yardım et bana evlat.’ dedi mürettebatına. Çocuk sorgusuz şefine yardıma koyuldu. Çok geçmeden ağdan kurtardıkları yosun kaplı şeyin bir insan olduğunu gördüler.

‘İnsanmış!’ diye bağırdı kıyıya şifacı. Şaşkın bakışlarla neler olup bittiğini anlamaya çalışan çıplak adamı bir battaniye ile sarıp sarmalayan mürettebat şifacının onu kıyıya çıkarmasına yardım etti. Limanın tahta iskelesinde yürürken ayaklarının altındaki ışıl ışıl parlayan denizi gören adamın gözlerinin içi parladı. Kafasını kaldırdığında gördüğü devasa fenerin ışığının yansıması tüm denizi kaplıyordu.

‘Ben cennette miyim?’ diye sordu yanındaki kadına.

‘Kendi yarattığın bir cennettesin!’ diye karşılık verdi kadın ona.

Sessiz bir şekilde yürüdüler iskele boyunca. Sonunda fenerin yanındaki eve giden yola çıktıklarında kadının yanında ona eşlik eden mürettebat selam vererek gemiye geri döndü. Kadın minnettar bir ifadeyle kaptana baktı. Adam asaletinden hiçbir şey kaybetmemiş duruşuyla başıyla selam verdi. Şifacılar deniz feneri evine yollanırken gemi yeni serüvenler için sulara açıldı.

Kapıyı açan yaşlı kadın tatlı bir tebessümle şifacıları ve şok içindeki insanı içeri aldı. Adam ne olduğunu hala anlayamıyordu. Yeni doğmuş bir bebek gibi çırılçıplak bir halde deniz feneri evinde tanımadığı insanların samimiyetine sadece sessizce karşılık veriyordu.

Sıcak şöminenin önüne oturttular onu. Eline tutuşturdukları ahşap bardağın içinde sıcak çikolatanın kokusu burnunu ısıtmaya yetmişti hemencecik. Tadını hissetmek için bir yudum aldı. O anda tüm üşümesi bitivermişti.

‘Ben neredeyim?’ diye sordu.

‘En son ne hatırlıyorsun?’ diye bir soru geldi. Soruyu kimin sorduğunu anlayamamıştı adam.  Öylece yüzüne gülen insanlara baktı, sadece tebessüm edebildi.

‘Ben… şey… hatırlamıyorum.’

Gerçektende hatırlamak çok zordu onun için. Sanki bildiği beyni artık yerini başka bir beyne bırakmıştı ve o henüz bu beyni kullanmayı bilmiyordu. Nasıl düşüneceğini, nasıl hatırlayacağını bilmiyordu.

‘Kendini çok zorlama, sıcak çikolatanı iç. O sana hatırlaman için gerekli enerjiyi verecektir.’

Ses yaşlı kadından geliyordu ama kadın ağzını hiç oynatmıyordu. Bir yaşlı kadına göre genç bir sesti bu. Adam onun anne şevkatini içinde hissedebiliyordu. Bu çok güçlü bir duyguydu. Çikolatasını içmeye devam etti. Şömineden yayılan altın rengindeki alevlerin dansına takıldı gözleri. Sanki alevleri gerçekten dans ediyorlardı. Sadece odayı aydınlatan ışık buydu ama buna rağmen oda çok aydınlıktı. O sırada başka bir odanın kapısı açıldı. Elinde birkaç parça kıyafet ile şifacı kadın belirdi.

‘Bunlar senin artık!’ dedi.

Bitirdiği sıcak çikolatasının bardağını yaşlı kadına veren insan, şifacı kadındaki elbiseleri alarak giyinmeye başladı. Çok garipti ki utanmıyordu. Bu insanların yanında çıplaklığı onu endişelendirmiyordu. Aileden öte bir bağları vardı, bundan çok emindi ama hatırlamıyordu.

‘Endişelenme.’ dedi yaşlı kadın.  ‘Hatırlamak zaman alır ama sonunda herkes hatırlar.’

Kıyafetlerini giydikten sonra şöminenin karşısına oturdu yine. Alevlerin dansını izlemeye koyuldu. Odağını odaya yayılan altın sarısı renge kaydırdı. Hatırla, dedi kendine içinden… Hatırla… Tek gördüğü alevlerdi sadece. Biraz zorlanıyordu. Ancak bir türlü gelmiyordu istediği kayıtlar belleğinden.

‘Kendini zorlama, sadece sal kendini ve bırak alevler sana göstersin.’ dedi yaşlı kadın.

O da öyle yaptı. Kendini alevlerin büyüsüne bıraktı. Dansa kaptırdı. Altın ışığın içindeki o sıcak dansa kapıldı. Dans oldu. İşte o an görüntüler belirdi.

‘Ogry!’ dedi şaşkınlıkla. ‘O iyi mi?’

‘Mürettebat onu arıyor.’ dedi şifacıların arasında o ana kadar suskun duran adam.

‘Sadece ikiniz mi kurtuldunuz?’ diye sordu yaşlı kadın.

‘Ohario başaramadı. Oktavius’un kederi onun zinciri oldu.’ dedi. ‘Sadece Ogry ve ben…’

‘Ogry ile en son nerede ayrıldınız?’ diye sordu yine aynı adam.

‘O benim enerjimi yeniden bütün hale getirebilmem için bekliyordu. Benden önce o varabilirdi ancak fedakarlıkta bulundu. Karanlık bizi sınıra kadar bırakmadı. Sınırdan geçtiğimizde onun sesini duydum.

‘İyi olacaksın Yukio.’ dedi bana. Sonra bilincimi kaybettim.’ dedi insan.

‘Sınırı geçtiyse çok uzakta olamaz. Şefe haber veriyorum.’ dedi adam ve odayı terk etti.

Yukio alevlere bakıyordu hala. Gördüğü Ogry’nin yüzüydü. Onun başarmış olmasını her şeyden çok istiyordu. Ohario zaten başaramamıştı. Kuzeninin hüzünlü kayboluşunun içinde o da kendisini kaybetmişti. Farklı şeyler seçmiş olmalarını diliyordu ancak olan olmuştu. Seçilen seçilmiş ve hikaye bitmişti.

‘Ohario için üzülme, artık kendine odaklan Yukio. Sen elinden geleni yaptın. ‘ dedi şifacı kadın.

‘Gerçekten yaptım mı? Elimden gelen en iyi şey kendi enerjimi koruyabilmek için bir cep evren yaratmaktı. O şehirdeki alevler içindeki insan çocuğuna kişileşen enerjimin peşinden gelen karanlık o evreni de içine aldı. Az kalsın alevi sönüyordu. Onunla yeniden birleşmem çok uzun sürdü. Eğer daha önceden bunu yapsaydım belki de Ogry şuan burada olacaktı. Belki Ohario bile…’

İçinde üzüntü vardı Yukio’nun. Yaşanan anılar geldikçe üzüntüsü daha da artıyordu. Şifacı kadın yanına geldi. Kadının enerjisi ona hayat veriyordu. Coşkuyu hissedebiliyordu Yukio. Ona sarılmak istedi ancak bunu yapmadı. Kadın bunu hisseder hissetmez Yukio’ya sarıldı.

‘İçinden ağlamak geliyorsa ağla, bu seni rahatlatır.’ dedi. Yukio bu şevkat dolu kolların arasında saldı kendisini. Göz yaşları nehir olup aktı taş zeminin üzerine.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

#1 Meşe'nin Gölgesinde

'Her nefes yeni bir başlangıçtır.'   Her zaman yaptığı gibi nehrin kenarındaki meşe ağacının gölgesinde oturmuş ve gözlerini kapatmıştı. Küçüklüğünden beri oynadığı nefesini takip etme oyununu oynuyordu. Her nefes alışı ve verişi çevresindeki seslerin derinliğini arttırıyordu adeta. Akan suyun sesi sanki her nefesinde şarkı söylüyordu.  Sırtını yasladığı ağacın gövdesinde bir sıcaklık hissetti Aia. Bu his onu ürtpertmek yerine mutlu etmişti. Ağaç onunla bağlantıya geçiyordu. Sonunda hayalini kurduğu şey gerçekleşmek üzereydi. Bir yandan nefesine odaklanırken diğer yandan ısının yoğunlaştığı bölgeyi tespit etmeye çalışıyordu. Isı ağır hareket ediyor ve gideceği yeri hesaplamaya çalışıyordu sanki. Kalbinin arka noktasına, sırtının sol kısmına yoğunlaştı ısı. Bu farklı bir deneyim oluyordu ona. Odağını kalbine yönlendirdi Aia. Artık nefes alış verişi stabilleşmişti. Aklındaki tek şey kalp atışlarıydı. Bir davul misali onu derinleştirdikçe derinleştiriyordu. Kuşların ins

#2 Zihin Denizi

'Aradığım sadece biraz ilgiydi.' demişti arkadaşlarına veda ederken Umber. Artık hiçbir şeyin gerçek anlamda umurunda olmamasından korkuyordu. Nitekim bu gerçekleşmek üzereydi. Yıllarca hep umursuz, vurdumduymaz bir imaj yansıtmıştı çevresine. Fakat içinde hep bir karmaşa ve hep bir umursayan, acı çeken yan vardı. Olmak istediği şeyi dış görünüşüne yansıtmayı başarmıştı fakat iç dünyasına yapacak cesareti yoku. Kendisini kaybetmekten, başka bir şeye dönüşmekten öyle korkuyordu ki sonunda o eşiğe geldiğini fark etmemişti bile. Evinin merdivenlerine tırmanırken aklında arkadaşlarına ettiği veda vardı. Şakanın dozunu fazla kaçırmışlardı. Alay etmekten zevk alır bir hale geldiklerinde içindeki alttan alan yanı bir kenara fırlatıp hepsine içindeki karmaşayı tattırmıştı. Fakat beklediği anlayıştan ziyade ön yargı duvarından seken yalnızlığı alabilmişti sadece. Uzun uzun yürümüştü yanlarından ayrıldığında. Kulağına taktığı kulaklıktan çalan The Monster isimli şarkı sanki ona bir şe

#17 Deniz Feneri / Part 2

Üzerindeki şoku atan Yukio, şifacı kadın ve yaşlı fener bekçisi ile birlikte şöminenin aydınlattığı odada sohbete devam ediyorlardı. Aslında sadece Yukio konuşuyor, diğerleri onu dinliyorlardı. Denizden çıkarıldıktan sonra yeniden doğmuş gibi hisseden insan, beden fonksiyonlarını yeniden keşfediyor gibiydi. Bulunduğu yeni sayılabilecek bu yeri idrak etmek bir yana dursun geçmişinin anılarını hatırlamak ona bu yeni yer hakkında fikir verebilecekti. O böyle umuyordu.  ‘’Ben doğduğum toprakları hatırlamıyorum.’‘ dedi. Yaşlı kadın sessiz bir tebessümle ona yanıt verdi. Bu içini ısıtmıştı. Zorlamaması gerektiğini biliyordu hafızasını. Eskiden böyle çalışıyordu zihni ama artık değil. Yukio sakince şöminede yanan ateşe baktı. Son hatırladığı anıları geldi hatırına hemen. Ogry, Ohario, Oktavius... Biri daha vardı içlerinde. Alevler içindeki şu çocuk... Adını anımsayamıyordu ama amacını biliyordu.  ‘‘O alevler içindeki genç oğlanı görüyorum. Enerjimi korumak için oluşturduğum cep evrene yerleşt